11 Mayıs 2018 Cuma

Yazmak ya da yazmamak..

Uzun zaman oldu.. Ne zaman akşam çocuklar uyuyunca yazmak için girsem bloğa, gelen sorulara dönebilir oldum sadece.. yazacak çok şey birikti evet.. bahçe ekim-dikimleri, toprağın hazırlanması, tohumların fidelere dönüştürülmesi, çocukların dinamik programları, hergün yeni araştırmalar ve öğrenme süreçleri derken önceliklerimiz değişti bir süredir..
Yazmaya nereden başlamalı bilemiyorum.. Ya da yazmalı mı..
Artık insanların içine çıkmayı daha az tercih ediyorum..Çünkü biz öyle güzel bir dünya kurmuşuz ki yalansız, dolansız, şeffaf, bencillikten uzak, saygıyla ve sevgiyle.. çevremizdeki birkaç insan bize fazlasıyla yetiyor.. Sosyalleşsin yanılgısıyla daha kendini ifade edemeyen çocukların akran zorbalığının içine atılması benim felseme ters oldu hep.. Her geçen gün bu kararımın ne kadar doğru olduğunu gördüm, hem çevremdeki örneklerden, hem de araştırıp okuduklarımdan.. özgüvenleri yüksek, vicdanlı ve mutlu çocuklar yetiştirmekti amacım.. Evet bunu başardım diyebilirim artık.. hayatlarına kreş hiç girmedi desem yalan olmaz, benimle aynı kafada bir annenin kreşinde çok minik bir süre branş derslerine girdi sadece kızım, ondaki olumsuz değişimi görmeye başladığım anda çektim.. hayatımın en doğru kararlarından biridir.. sonrasında herşeylerini ben üstlendim.. sabahlara kadar araştırdım, ilgilerini çekecek, onları yönlendirecek, rehber olacak şeyler konusunda.. sanattan doğa aktivitelerine spordan ilgi alanlarına kadar herşeyi denemeleri ve keyif aldıklarında daha fazla ilerlemeleri konusunda çok fazla çalıştım.. Hal böyle olunca evimiz küçük bir anaokuluna dönüştü.. Ama bu defa tam anlamıyla bir "anne"okulu.. çok şey bilsinler, çok şey yapsınlar hırsında olmadım hiçbir zaman.. Herşeyi oyunla sundum önlerine.. onlar keyif aldıkça o yolda daha fazla ilerlemek istediler.. Daha fazla oyun, daha fazla farklı sunum için hep araştırma halindeyim hergece.. E böyle olunca halı dokuyan, kolyeler yapan, taş boyayan, killerden heykeller yapan, satranç oynayan, bulaşık yıkayan, saati söyleyen, hem ingilizce hem de türkçe okuyup yazabilen, paten kayan, iki tekerlekli bisiklet kullanan, yüzebilen, matematik 4 işlem yapabilen, dağıttığını toplayan, döktüğünü birşey söylemeden süpüren, toprak kazan, tohum diken, bitkilerini sulayan, onlarla konuşan, koşulsuzca paylaşan, elindeki son parçayı verecek vicdanda olan, müthiş hayvansever, empati kurabilen daha önemlisi bunların herbirini yapmaktan acayip keyif alan iki çocuk çıktı ortaya..
Son dönemlerde artık herkesin şikayet ettiği bir konu var, yıllardır trafiği konuşuyorduk, bu artık yerini insanların yozlaşmasına bıraktı.. büyükşehir insanı artık daha bir tutunma telaşında olduğu için her yol mübah.. metrekare başına milyon kişi düştüğü için bencillik, saygısızlık, ezme duygusu zirvede.. çocuklara bakıyorsunuz, büyüklerin minyatürü, hep kapma telaşı.. başkasının elindekini isteme..paylaşım yok, vicdan yok.. en önemlisi de gözlerinden okunuyor mutsuzlar.. Büyüklerin yarışının küçük somut hali olmuşlar.. şimdi bu kitlenin sunduğu sosyal ortam benim çocuklarımı nasıl sosyalleştirir?? Ya onlar gibi olan ya da içine kapanan iki tek tip kalıptan biri yapmaz mı?? Dahası özgüvenlerinin en çok sevgiye ihtiyaç duyduğu, sevgiyle şekillendiği şu dönemde, en mutlu ve güvende geçmesi gereken çocukluk dönemlerinin mutsuz ve güvensiz geçirmelerine neden olmaz mı??
O nedenle işte sadece onların keyif aldığı birkaç ortama girip kaçıyoruz arkamıza bakmadan, onların dışında ego savaşlarının havalarda uçuştuğu kalabalık görüşmeler, toplanmalar falan bunları asla tercih etmiyorum ben çocuklarımla.. Vaktimiz çok kıymetli çünkü bizim, boşa laklakla geçecek vaktimiz yok.. bi teklif geldiğinde "çocuklar ne kadar keyif alır bu işten" bizim değerlendirme kriterimizdir..
Bunlar dışında çocuklarımın keyif aldığı için rutin olarak girdiğimiz ortamlarda yaşananlardan birkaç örnek vereyim mesela..
cumartesileri jimnastiğe gideriz.. çok sever ikiside.. kurum da koçları da çok iyi, egosuz ve çocuğa sevgiyle yaklaşıp oyunla sevdirme mantığında..tam da benim felsefem de biryer.. bundan önceki koçla çok sıkıntılar yaşansa da, kızım orayı sevdiği için devam ettik.. olumsuzlukların onun jimnastiği sevmesine engel olmaması, bu konudaki özgüvenini kaybetmemesi için de ebeveyn olarak çok çaba harcadık ve onunla sürekli konuşarak bunu tolere edebildik.. ve bu yıl, olması gereken değişikliğe gittiler nihayet.. koç değişti..
ilk zamanlar oyun odası yoktu salonda, gelen küçük kardeşler ortalıkta bekliyordu.. veliler şikayet şikayet.. sonra kurum güzel bir oyun odası yaptı bekleyenlere.. anneler kendi aralarında rahatça muhabbet edebilsin diye çocuklar oraya salınıyor, muhabbete devam ediliyordu.. biz son saat dersine katıldığımız için oyun odasını her seferinde enkaz altında bulur olduk..top havuzundaki köpükler koridorlar dahil her yerde.. basacak tek bir yer yok.. dahası köpükler ısırılıp ısırılıp parçaları etrafa saçılmış.. oyuncaklar kırılmış, çadır ters dönmüş.. çocuğunu bir kez bile uyarmayan, insanlara ve çevresine zarar vermesini izleyen o annenin babanın basacak yeri olmayan o cocuğun düştüğünde ortayı velveleye veren tutumu neyi açıklayabilir sizce.. dahası kodlama dersinden çıkan neredeyse ergen çocukların ortalığı savaş alanına çevirirken o odada oynamaya çalışan küçüklere verdiği zararı izleyen ve birşey demeden yandakiyle muhabbetine devam eden annede mi yanlış yoksa çocuklarda mı??
o sürekli şikayet ettiğimiz zihniyet var ya, trafikte senin hayatına kasteden, sırada pişkinlikle önüne kaynayan falan işte onlar kendi neslini yetiştiriyor bunun farkında olun..,
pazar günleri resim ve tiyatro günümüz.. belediyemizin kültür merkezi bu konuda çok iyi.. bugüne kadar özel kurumlarda arayıp bulamadığım resim ve drama öğretmenlerini buldum burada.. çocuğu seven, çocuğa oyunla sevdiren.. bu ikisi gerçekten çok önemli.. Başlarda istediği için bale de bu listedeydi fakat sonrasında gitmekten keyif almadığını söyleyince şimdilik yapmamız gereken şey kararına saygı duymak oldu.. resim ve tiyatro onu çok mutlu ediyor..ne yapıyorsa severek yapmalı.. bale konusunda farklı bir ortam daha denetip baleden mi yoksa ortamdan mı hoşlanmadığını bi çözmemiz gerekiyor sonrasında..eğer sorun ortamsa baleden bu yüzden soğumamalı, sevdiği bir şeyi ortam için kaybetmemeli.. birlikte üzerine eğilmemiz gereken bir dönem var yani önümüzde.. Onun sevmediği istemediği hiçbirşey olmamalı hayatında.. zorla yaptırılan herşey birgün patladığıyla ve onlara işkence olduğuyla kalır..oyunla da sevmeyecekleri hiçbirşey yok bunu unutmadan tabi.. ev işleri bile..
bu ders günlerinde de kapıda bekleşen annelerin hırs muhabbetleri.. annesini sevdiği için çocuğunu çocuğuna arkadaş yapma çabaları falan.. o bi türlü anlam veremediğim ve her seferinde inatla uzak durduğum annelerarası whatsapp grupları..
Başka bir örnek.. çocukları at binmeye götürüyoruz çatalcadaki bir binicilik klubüne, son gidişimizde oğlumu taşıyan at ürktü ve attan düştü askıda kaldı bir süre, tekrar binene kadar yüreğimiz ağzımızda sakince bekledik ve tekrar bindirilince onu yüreklendirmek için yanına gitmeye çalışırken oradaki eğitmen durdurdu, "gitmeyin yoksa korkusunu pekiştirmiş olursunuz".. herkes çok biliyor konuşmaya gelince, ama oğlumu birtek ben tanıyorum.. "Ben oraya tüh tüh vah vah ne oldu sana demeye gitmiyorum, öyle yapacak olsam zaten düştüğü ve sizin bindirmeye çalıştığınız o uzun zaman dilimi içinde koşar giderdim.. ben oğlumu yüreklendirmeye gidiyorum, kimsede bana engel olamaz" dedim ve gittim.. bilmiyor ki yanında güvendiği kimse olmadığında bir çocuk korkusunu saklamayı öğreniyor sadece, yanındakilerden çekindiği için ata tekrar binmiş olabilir ama bu onun üstesinden geldiğini göstermez..ve o korku sonrasında sakladığı yerde hep duruyor siz farketseniz de farketmeseniz de..ama yanında güvendiği birileri varsa ve onlar tarafından destekleniyorsa o korkuyu saklamayı değil üstesinden gelmeyi öğreniyor..
kendi hatalarını örtbas etmek için bize otorite koyan bu adam sonrasında oğluma olan yaklaşımımızı, verdiğimiz gazı görünce "iyi ki gittiniz yanına"dedi.. ve devam etti: "yalnız çok cesur yetiştirmişsiniz, başka bir çocuk olsa bu kadar sakin olmazdı" dedi!!!!
Peki sonuç???
Çok büyük bir olay aslında bu, çok farklı yerlere gidebilirdi.. özür dilenmesi gereken bir yerde (ki özürle telafi edilemeyecek çok büyük sonuçlara neden olabilirdi) fırçalanarak gönderildik..
zihniyet bu..
Başka bir örnek..
Benim çocuklarımın paylaşım konusunda sınırı yoktur..
sosyallik konularında da..
hemen birini görsün seninle oynayalım mı arkadaş olalımmı diye sorar ve hemen olaya girer.. cevap aldığı çok azdır onu da söyliyim..
daha bugün yaşanan olay taze taze..
boya yapan bir kıza "bende seninle boya yapabilir miyim" diye sordu.. kız zaten asık surat, "hayır tabiiki, çünkü bu boya kalemlerinin hepsi benim" dedi.. kızım da şunu söyledi " benim kalemlerim yanımda olsaydı ben hepsini seninle paylaşırdım, paylaşmadığında hep yalnız olursun" dedi ve döndü..
bu bir hayat dersi ama kim anlayacak bunu.. birazdan da kız bütün kalemlerini topladı bize sert sert bakarak gitti.. kalemlerini alacağımızdan korkmuş olmalı..
şimdi bu dünyaya çocuğunu salarak, sosyalleşşin yanılgısı içinde akran zorbalığına dahası buna eklenen şehir yozlaşmışlığına bırakılan çocuktan onlar gibi olmasından başka ne beklenebilir..
şimdi bu zihniyetin avuntusu da şu soru: eninde sonunda girecek onların içine..
Girecek ama sen onda sevgiyle kendi doğrularını özgüvenini oturttuktan sonra.. işte burayı kaçırıyoruz.. tutturmuşuz bi sosyalleşme, akran zorbalığından haberimiz yok, en sevgiye ilgiye ihtiyaçları olduğu dönemde atıyoruz onları bu acımasız ortama.. onlar o ortamda ya sinmeyi öğreniyorlar yada hiperaktif olup dikkat çekmeyi.. ama asla sosyalleşmeyi öğrenmiyorlar, siz öyle sanıyorsunuz, gardlarını almayı öğreniyorlar, hem de kendi başlarına deneyip yanılarak.. ruhlarında kapanmaz izler açılarak.. özgüvenlerinin oluşması açısından en mutlu geçirmeleri gereken dönemi gereksiz bir baş etmeyle geçirmeye çalışıyorlar, hem de özgüvenlerini zedeleyerek..
Bu yazının başlığını özellikle yazmak ya da yazmamak yaptım.. çünkü şehirin doğurduğu ve herkesin basmakalıp uyguladığı bir ortam içinde büyür oldu çocuklar.. ben dışarıdan içlerine girip çıktıkça ne kadar mutsuz olduklarını, maddiyata bağlı ne kadar yapay mutlulukları olduğunu o kadar net görüyorum ki.. o dünyanın içinden bakan için herşey normalleşmiş.. ben birşeylerin düzelecğine dair umutlarımı kaybetmiş durumdayım.. çünkü mutlu çocuk göremez oldum, gözlerinin içi parlayarak birşey yapan çocuk yok.. tüm mutlulukları maddiyata bağlı, birşey alınırsa mutlular.. o da yandakinde başka birşey görene kadar sürüyor..o yüzden yazmakta gelmiyor bazen içimden.. yazıyorum yazıyorum ne değişiyor ki diyorum bazen..
biz istanbuldan kaçarak çocuklarımız için müthiş bir yaşam kurduk, evimiz, bahçemiz, haftalık programımız bile onların mutluluğuna göre düzenlendi..
evimizde her ağırladığımız arkadaşımız hayran olarak ve takdir ederek ayrıldı bugüne kadar bu yeni hayatımızdan, bravo size müthiş bir hayat yaratmışsınız diye..
"ama biz yapamayız çünkü iş, çünkü ev vs" ile başlayan cümlelerle ayrıldılar hep.. herkesin istisnasız bir "ama"sı bir mazereti vardı vicdanını rahatlatacak.. Bizim de vardı, belki de herkesten fazla hemde..yani bizim imkanlarımızı çok daha fazla zorlamamız gerekti.. ama başardık, değdi mi.. fazlasıyla.. adeta bir aydınlanma süreci oldu bu bizim için..
son olarak çocuk yetiştirmek zor iş, lütfen hakkını verin.. kolaycılığa kaçan anne baba olmayın..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...