27 Temmuz 2017 Perşembe

Vazgeçilmezimiz: Kompostolar..


Kışın hoşafı, yazın kompostosu çocuklarımın öğle yemeklerinin vazgeçilmezidir.. Bir öğün bilmemki onlarsız olsun..
Her yaz eşin dostun anneannenin bahçesinin bol bol meyvelerine ek olarak kendibahçemiz de eklendi bu sene..
Kayısılar erikler bol boldu bu yıl.. Meyveler yaz kış bizim ufaklıkların sabah kahvaltı tabaklarından, akşam taze sıkılmış meyve sularından, dışarıya çıkarken alınan atıştırmalık kaplarından, abur cubur olarak ara öğün atıştırmalıklarından hiç eksik olmaz.. Kalan olursa da komposto yapılır hemen..
Erikse yarım su bardağı suyla koca tencere kaynatılıp çıkan jel kıvamındaki öz suyu sıcak sıcak kavanozlara kapatılır.. Su sadece ilk aşamada dibi tutmaması içindir, sonrasında o kendi suyunu salar zaten.. Bu şekilde susuz kaynatma ile fazla yer kaplamayan konsantre bir erik suyu elde edersiniz istediğiniz zaman açıp kullanabileceğiz.. İstediğiniz oranda suyla seyreltip kullanabilirsiniz.. Ben hiç şeker koymam kompostolarıma da hoşaflarıma da.. Eriğiniz tatlıysa zaten sıkıntı yok.. Ekşimsiyse içeceğiniz zaman biraz bal ilavesiyle tamamdır.. Ya da daha tatlı olan başka bir meyvenin kompostosu ile karıştırarak için, mesela kayısı..
Kayısı kompostosuna gelince.. Kayısıyı ezerek delikli bir kevgir tarzı süzgeçten geçirin.. Hiç su koymadan bir fıkır kaynatıp, sıcakken kavanozlara kapatın.. Hepsi bu..
Ben tüm yaptığım kompostoları buzdolabında saklarım kullanana kadar..
Kayısının ömrü biraz daha kısadır, tüketmeye ondan başlamak doğru bir tercih olacaktır..
Fotoğrafta görülenler sarı erik, kırmızı erik ile kayısı kompostoları.. Öndeki bardakta ise hepsinin karışımının sulandırılmış hali duruyor içime hazır, ufaklıkların öğle yemeği öncesi.. Şimdi heyecanla üzümlerin olmasını bekliyorum..
Eşte dostta komşuda dedede ninede çevrede ormanda hangi meyve bolsa dalın, komposto yapın bugünlerde..
Üzerinde ilaç olup olmadığını mutlaka sorun ama.. İlaç varsa değil toplamak, yanından bile geçmeyin..

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Anne Dondurması..

Yaz sıcaklarından bunalmış miniklere dışarıdan ne olduğu belirsiz dondurmalardan almak yerine evde kendiniz hazırlayabilirsiniz.. Hem de miss gibi meyvelerden..
Aşağıda fotoğrafını çektiğim dondurmayı karadut, kayısı, kiraz, şeftaliyi sürahili blenderda çekerek kaplara koyup dondurarak yaptım.. Gerisi sizin hayal gücünüze kalmış, ister yoğurt ekleyin, ister süt, ister bal koyun.. Kalıbın içe bal sürüp, sonra ufalanmış ceviz ya da badem de serpebilirsiniz, karışımı kalıba dökmeden önce..
Bu tarifini verdiğim dondurma meybuz tipi olandı.. İstediğin meyveyi çek dondur.. Çok pratik.. Bizim ufaklıklar bayılıyor buna..
Uzun zamandır deneme niyetinde olup bir türlü fırsat yaratamadığım maraş dondurmasını da deneyeceğim elbet.. Malum sonrasında sık sık dondurucudan çıkarıp karıştırmak gerektiğinden birkaç saatinizi bloke etmek gerekiyor.. Bu nedenle ne zaman niyetlensem olmadı.. inşallah olacak ama.. Paylaşırım..

18 Temmuz 2017 Salı

Bir Çocuk Odasında Uyumaya Nasıl Alıştırılır??

Cevabı aslında çok basit: Doğduğu günden itibaren odasında uyutularak..
Bu konuyla çok karşılaşır oldum, çok fazlaca da soru aldım.. Yazmak istedim o yüzden..
Aslında çocuk sahibi olmadan önce daha çevremde sıkça gözlemlediğim bir durumdu bu.. Doğumla birlikte annenin bebeğini alarak kendi yatak odasında uyumaya alıştırması ve sonrasında çocuk büyüdükçe artık kendi odasında uyusun çabaları..
Bebeğin bir defa yatak odasında uyumasını birçok açıdan riskli bulurum.. Bunları zaten burada saymaya gerek yok..
Bu nedenle ben doğdukları günden itibaren hep odalarında olmalarını sağladım.. İlk zamanlar sıklıkla ben de yanlarındaydım.. Dünya bizim yatak odasının değil onların odalarının etrafında dönüyordu evde.. Hamilelik döneminde süslenip püslenip hazırlanmış, sonrasında ıssızlığa terkedilmiş bir oda değil sürekli evin merkezindeki bir odaydı odaları.. Sabah gün orada başlıyor, aralarda nereye gidilirse gidilsin akşam gün orada son buluyordu onlar için.. En önemlisi de anne baba hep ulaşılabilir durumdaydı, hep yanlarında hep odalarında hissediyorlardı.. Böylece daha bebekken benimseyip, ait hissetmişlerdi odalarını..
Sonraları ufak ufak çekilmeye başladım kendi odama doğru.. Süreç sorunsuz bir şekilde tamamlanmıştı.. Akıllarından bir kere bile yatak odasında uyumak geçmedi, böyle bir ihtimale hiç gerek duymadılar çünkü.. Bize sarılıp uyumak istedikleri her zaman biz misafir olduk yataklarına, bazen hala tuvalete kalktığımda yatağıma dönmem kıvrılır sokulurum o mis kokuların yanına.. Birlikte geçebilecek hiçbir fırsatı kaçırmamaya çalışırım, onların da bir birey olduklarını unutmadan ama, kendi özgürlük çemberlerini daraltmadan, üstlerine çökmeden, bize bağımlı yapmadan, kazandıkları bu değerin özgüvenini yaşama keyfini onlardan çalmadan..
Korkuları da oldu bazen, yanlız yatmak istemedikleri de, canavarlar gelir endişesi de.. Korkularını, öfkelerini utanmadan saklamadan başka nedenler gösterip arkasına sığınmadan net bir şekilde ifade etmelerini istedik hep.. Hepsinin insani duygular olduğunu vurguladık.. Hepsinin bir çözümü olduğunu da.. Çözümleri ODALARINDA hep birlikte olarak bulduk, alıp yatağımıza götürüp odalarından kaçırarak değil.. Şimdi artık biliyoruz ki bizimle uyumak istiyorlarsa bu tamamen sarılıp uyumak için, korkular vs gibi başka nedenler için değil.. Bunu net bir şekilde hissettiriyorlar.. Biz de bu fırsatları hiç kaçırmıyoruz.. Bu konuda müthiş bir karşılıklı güven oluşturduk aramızda.. Bilirlerki hep yanlarındayız, bilirlerki herkes kendi yataklarında.. Normali bu, aksi akıllarına bile gelmez.. Hiçbir zaman katı kurallarla, onları yalnız bırakarak, ağlatarak bir uyku eğitimi vermedim, hep sevgiyle sabırla odalarında bekledim uyuyana kadar.. Gece gık dediklerinde yanlarında bittim, her kontrole kalktığımda usul usul hep yanlarında olduğumu fısıldadım.. Ertesi gün, gece kaç kere yanlarına gelip onları ne pozisyonlarda gördüğümü, neler söylediğimi anlattım hep kocaman kocaman dinleyen o gözlere bakarak.. Biz yanlarında uyumasakta hep yanlarında olduğumuzun mesajını verdik böylece.. ilgi zaten hep üzerlerinde olduğu için ilgi çekmek için hiçbir ekstra davranışa, yalana, mazarete hiç gerek duymadılar..
Bazı akşamlar değişik misafirleri olsa da genelde "uyku arkadaşı" ilan edilen oyuncaklarının da çok katkısı oldu odalarını, yataklarını bu kadar çok sevme konusunda.. Kendi özelleri oluştukça yalnız yatma isteği de artıyor.. Anne ve babadan daha keyifli uyku arkadaşlarının olabileceğini biliyorlar.. Daha da keyifli yanı o uyku arkadaşlarının tüm sorumluluğu onlarda, üstünü örtme, yastığın altına konan minik oyuncakların sabaha kadar kaybolmaması vs.. Bu sorumluluk duyguları onları hem daha keyifli hem de daha güçlü yapıyor.. Hep söylerim, herşeylerini siz yaparak kendi başlarına başarmanın yaşatacağı özgüven duygusunun keyfini onlardan çalmayın..
Maalesef ki günümüzde çoğu anne bunu yapıyor.. Çocuğunun yerine yapıyor, onun önünden giderek ortamı hazırlıyor, arkasından giderek dağıttıklarını topluyor, onun yerine konuşuyor, onun yerine karar veriyor..
Uyku konusu da böyle.. Önce anne değil, önce annenin ne istediği değil, önce annenin daha rahat olabilmesi değil, önce çocuk olmalı odak.. İlk zamanlar kurtuluş gibi gelen yatak odasına çocuğu alıştırmak uzun vadede her iki tarafı da mutsuz edeceği gerçeğini unutmamak.. Unutmayın elinizdeki hamurun dünyadan haberi yok, siz nasıl yoğurursanız öyle şekillenecek.. Son söz olarak:
"Onu sizin dünyanıza sokmayın, siz onun dünyasına girin.." Her anlamda ama..

15 Temmuz 2017 Cumartesi

Nihayet Turkcell'i Hayatımdan Çıkardım..

20 yıla yakın zamandır Turkcell kullanırım.. Bir marka bu kadar uzun süreli müşterisine nasıl sürekli kazık atma telaşında olur aklım almıyor.. Yıllardır fahiş fiyata aldığım hizmeti bir kenara bırakıyorum, yeni gelecek müşteriye sağladığı avantajları bu kadar uzun süre para kazandığı müşterisini elinde tutmak için neden sağlamaz bir mantık kuramıyorum.. Yıllardır yaşadığım sıkıntıları geçiyorum ama son kazık atma girişimleri artık bardağı taşıran son damla oldu..
6 Gb internet paketli tarifeye 59.90 gibi bir fiyat ödüyordum.. telefonumdan interneti sadece birşeyler araştırıp okumak, maillerime bakmak ve bazende bloğa yazı yazmak için kullanırım..bildiğiniz üzere sosyal medyada hiç hesabım yok, dolayısıyla öyle video falan da izlemem.. Ama her ne hikmetse 4 GB ile başladığım yolculuğum, internet paketinin yetmemesi üzerine aldığım ek paketlerle devam etmeye başladı.. tekrar söylüyorum, video yok, birşey indirmek yok.. sonra müşteri hizmetleri aradı size paket yetmiyor, bir üst pakete geçirelim diye.. Düşürmek asla yok, hep daha fazla artsın cebinden çıkan para.. 6 gb lık tarifeye geçince aynı internet kullanımındaki bana ilk birkaç ay paket yeterken sonraki aylarda yine ek paketler almamı gerektirecek şekilde yetmemeye başladı.. tekrar söylüyorum, aynı kullanım, video yok, sosyal medya yok, sadece aç okuyla 10 gb a varan internet kullanımı.. birgün müşteri hizmetlerinden aldığım telefon tepemi iyice attırdı.. 1 yıllık taahhüt sürem bitmiş, 1 yıl daha kalma sözü verirsem 59,90 dan devam edecekmiş 6 gb lık paketim.. yoksa 69.90 olacakmış.. 20 yıllık bir müşteriye sunabileceğiniz tek seçenek bu mu dedim.. Bu bir dayatma ve bunu asla kabul etmiyorum dedim, bugün turkcelle geçiş yapan birine göre zaten fahiş fiyatta hizmet satın alırken, eski müşteri olduğum için daha imtiyazlı olmam gerekirken siz artık iyice işin suyunu çıkarmaya başladınız dedim..yeni müşteriyi çekmek kadar beni de elinde tutmak için avantajlar sunmalısın ki sende kalayım.. telefondaki hanımefendinin paket konusunda yapabileceği birşey yokmuş, müşteri hizmetlerini aramam gerekiyormuş, ama istersem 79,90 a 10 gblik internet paketli tarifeye geçişimi yapabilirmiş.. Bir tek buna yetkisi varmış!! Ha işte tam Turkcell i özetleyen yaklaşım.. cebinden daha fazla para çıkartacak her türlü yetkiye sahipler.. şaka olmalıydı bu.. telefonu kapatınca müşteri hizmetlerini aradım hemen, müşteri temsilcisine ulaşma gibi bir şansın olmayacak şekilde menüyü yapılandırmışlar.. asla ulaşamıyorsun.. internet üzerinden canlı konuşma yapayım dedim, alelacele yazmaya çalıştığım temsilci zaman doldu, yeni oturum açın diyerek beni dışarı attı..
Bam telime dokunmuşlardı artık..
Söylenecek hiçbir kelime bırakmamışlardı..
Bir dakika bile Turkcell çatısı altında yer almak istemiyordum artık..
Hemen o gün Turk Telekom a geçtim, 3-4 gün içinde taşındı numaram.. 10 GB lık internet paketine 39.90 ödüyorum.. Turkcellde her ne hikmet yetmeyen internet kotamda her ay fazla fazla kalıyor, üstelik geçtiğimiz ay yüklüce video indirmiş olmama rağmen.. Turkcelldeki "kotayı tamamlat, üzerine paket alsın, ara üst pakete geçirt, cebinden daha çok para çıkmasını sağla" tezgahının ayrımı net bir şekilde görebiliyorum artık..
Zaten şu durum da iki tarafın zihniyetini gözler önüne seriyor:
Öyle bir tarihte geçiş yaptım ki turkcellde fatura kesimden hat taşınana kadar 15 günlük kullanım yapmış, Turk telekomda da hat taşındıktan sonra fatura kesime 15 gün vardı, Turkcell 15 günlük kullanım için 69.90 tl fatura çıkartırken(paketim 59.90 dı), Turk Telekom kullandığım miktarı paket miktarıyla oranlayıp 10 tl gibi bir fatura çıkarmıştı.. daha ne söylenebilirki..
Diğer taraftan ek internet paketleri de kıyaslanmayacak şekilde avantajlı.. hiç ihtiyacım olmayacak o da ayrı bir konu.. Bir de tarife takibi, kullanım miktarları, aylık gelen ücreti müthiş bir şeffaflıkla sorgulayabiliyorsun, telefon uygulaması gerçekten çok iyi tasarlanmış.. Faturada hiç sürprizleri yok Turkcelldeki gibi..
Turkcell yıllarca çekim gücü dayatmasıyla bizi tuttu elinde, tekel olduğuna inandırdı.. Hiçte öyle değilmiş, aylardır her yerde kullanıyorum Turk Telekomu hiçbir fark yok.. Tek pişmanlığım keşke çok daha önce geçseydim.. Boşuboşuna sinir katsayımı arttırmamış, onlara ulaşıp derdimi anlatmak için bu kadar mesai harcamamış olurdum.. ki onların bana mesai harcamaları gerekirken..
Giden zamanın ve yaşanan stresin vücutta bıraktığı izlerin telafisi yok.. Giden paraya hiçbir zaman üzülmedim, başımın gözümün sadakası olsun der geçerim, ama kayıp zamana ve strese gerçekten acıyorum..

13 Temmuz 2017 Perşembe

Umutsuz..

Maalesef toplum olarak müthiş bir yozlaşmanın ortasında kayboluyoruz.. En alt tabakadan en üst tabakaya kadar bu böyle maalesef.. Hep biraz daha önde olduğunu gösterebilmek için birbirini ezme telaşı, sadece çevreye göstermek için yapılan şeyler, trafiğinden tutta alışverişine kadar hep bir bencillik durumu, ben öne geçeyim de gerideki ne olursa olsun umursamazlığı, vicdanını rahatlatacak bir neden bulup arkasına sığınıp çocukları için bile kolaycılığa kaçma durumları.. "İyi söylüyorsun ama benim şu engelim olduğu için onu yapamam" cümleleri.. En küçüğünden en büyüğüne kadar maddi değerlere sahip olmanın manevi değerlere sahip olmaktan çok daha önemli olduğunun benimsetilmişliği.. Yaşam alanından yol hakkına kadar sürekli bir gasp etme telaşı..
Tutunacak bir Umut arıyorum çocuklarım için.. Paylaşmanın, saygılı olmanın, başkasını rahatsız etmeden birşey yapmanın, kurallara uymanın, öfkesini kontrol etmesinin, sevgiyle yaklaşmanın, vicdanlı olmanın önemini anlatıyorum hep.. Ama örneklendiremiyorum.. Toplum içinde her yer alışlarında doğru diye adlandırdığımız herşeyi ihlal eden, bunu pişkinlikle yapan birsürü insanla karşılaşıyorlar.. biz sıramızda beklerken, çocukları dahi ezip geçmeye çalışan yetişkinleri açıklamakta zorlanıyorum mesela.. yere tükürenlere hayretle bakıyorlar.. annesinin hiç tepki vermediği kaydırağa tersten çıkıp kaymaya çalışan çocuğun yarattığı tehlikeli durumları, kaymak için sıralarında beklerken şaşkınlıkla izliyorlar ve hemen bana dönüyorlar "anne bak yanlış yapıyor" diye, çoğu zaman uyarıyorlar, aldıkları yanıt "sana ne" oluyor, hala iyi niyetle devam ediyor bizimkiler, "ama öyle düşebilirsin, çok tehlikeli", aldıkları yanıt yine içler acısı "ben hep böyle yapıyorum bişey olmuyor".. annesi yanda gülüyor, "bizimkinin önünü alamıyoruz bir türlü".. Buldukları arada kayabilirlerse ne ala.. İzliyorum onları, kendi çözümlerini nasıl yaratacaklar diye.. Bir şekilde keyfini çıkarmanın bir yolunu buluyorlar, başka oyuncağa geçiyorlar vs..Ama onlara herşeyin başka bir çözüm yolu vardır felsefesini öğretirken içimden geçen cümlenin bambaşka olduğunu bilmiyorlar.. "Çözümü yok"!!!..
Sana sormadan kapının önündeki ağacı kesen komşunun çözümü yok, sabaha kadar son ses müzikle bağıra bağıra şarkı söyleyen bir diğer komşunun da.. Kendi çocuğunun üstünlüğünü vurgulamak için sizin çocuğunuzun eksiğini arayan arkadaşının annesinin de çözümü yok, yaptığı yanlışı söylediğinde sorgulamak yerine gereksiz bir özgüvenle savunan milyonlarca kişinin de çözümü yok.. Minibüste küçük bir çocukla güç bela kapının önünde tutunup giderken kapı açık giden şoförün de çözümü yok.. "Anne kapı neden açık, ya düşersek" diye soran 4 yaşındaki çocuğumun sorularına cevap vermekte zorlandığım anların da.. Dahası şoföre bunu kendisi sorduğunda aldığı "çok sıcak çünkü" yanıtı sözün bittiği yer aslında..
Ağlayarak yada öfkelenerek değil bunları kontrol ederek ve sadece konuşarak iletişim kurulabileceklerini öğretirken, iletişim kurulamayacak insanlarla çevrelendiğimizi söyleyemiyorum onlara..
Tutunacak dal arıyorum onlar için.. Ben aradıkça yozlaşmışlığın daha bir çıta atlamış haliyle karşılaşıyorum her seferinde..
Onlara baktıkça umut dolan içim, dışarıya baktıkça tüm umutlarını yitiriyor insanlığa dair.. "Hayat acımasız" diyerek kendimi avutmak istiyorum bazen, "aslında hayat acımasız değil onu acımasız yapan bizleriz" gerçeğini hatırlayıveriyorum hemen..
Yeteneklerini ön plana çıkarıp överek özgüvenini pekiştirecek bir kurum da henüz göremedim, kendi kalıplarına uydurma telaşı hakim her yerde.. "Biz bu işi böyle yaparız, en iyi de biz yaparız" kafasının içinin ne kadar boş olduğuna şahit oluyorum her seferinde.. o kafanın içi kaç kelle gelmiş, kaç para ediyor ile dolu özünde.. Gerisi içi boş janjanlı pazarlama cümleleri.. Çocuğunuza şunu katıyoruz, bunu katıyoruz standartlaştırmasının altında çocuktan neler götürüyor, varolan değerleri yetenekleri belki de köreliyor, bunu çocuğunu çok iyi gözlemleyebilen anne baba görebiliyor sadece..
Kendi küçük dünyamızda dünyanın en mutlu insanlarıyken insanlar içimize girdikçe egolar, hırslar, kıyaslamalar, yozlaşmalar başlıyor.. Buna alışmaları demek bunların kafalarında normalleşmesi sonrasında da yavaş yavaş onlara benzemeleri demek..
Kafamda deli fikirlerle başbaşa kalıyorum her seferinde..
İnsanlığın sonu hayrolsun diyorum..

12 Temmuz 2017 Çarşamba

Bahçe..

Ekim dikim işlerinin başladığı zamandan bu yana günlük rutinlerimizden biri de bahçe işleri.. iki ufaklığın kazmadan ekmeye kadar boylarına göre sorumlulukları var.. Beni bilenler bilir, evin her türlü işi bıdıklarla birlikte yapılır, onların yapamayacağı türden ev işleri de onlar uyuyunca.. Kariyere ara verdim vereli tek bir dakikalarını kaçırmama telaşındayım, onlar birşeyle ilgilensin bende şu işi yapayım kafası ben de olmadı olamaz da.. Bir iş varsa yapılacak ya hep birlikte yapılır, ya da onlar uyuyunca.. Bahçede de bu böyle oldu.. Hele şimdi bir de emek verdikleri bitkilerin onlara sebze meyve verdiğini gördükçe deymeyin keyiflerine..
Yaklaşık 150 metrekare alan ekimi yaptık bu yıl..


İlk tecrübemdi.. Tohumların hepsini itina ile ata tohum buldum.. Sıfır ilaç kullandım..
Dolayısıyla diktiklerimizden payını almak için bekleyen bir sürü canlıyla ve otlarla mücadele etmek durumunda kaldık..
Ayrık otlarıyla başladı macera.. Ayrık otu öyle ot ki toprağın altı paris metro hattı gibi.. başını koparman hiçbir işe yaramıyor.. Belleyerek toprağın altındaki tüm kollarını çıkarıp topraktan uzaklaştırman lazım.. Toprakta kalan tek bir sap aynı metro ağını anında kuruyor.. ilk başarı ayrık otlarından kurtulmuştuk.. Sonrasında da düzenli çapalamayla kontrol altında tuttuk..
Sonrasında minik çiftçilerin her sabah önüne sıralandığı çileklerde, önceki günden kızarsın diye bıraktığımız yeşil çileklerin yerinde olmaması ve hınzır hınzır tepemizde dolaşan kargalardaydı mücadele sırası..
Uzun araştırmalar sonunda çileklerin üzerine gerdiğimiz misinalar onları engellemeye yetmişti.. uzaktan izler oldular, biz de çilekleri toplar olduk:)
Sonrasında danaburnu süreci.. Danaburnu taze fide kökü ve yumrularıyla beslenen bir canlı.. ilerleyen zamanlarda ise toprak altındaki patates, fıstık gibi ürünlere zarar veriyor..bir heves ekilen fidelerin ertesi gün yan yattığını görmek gerçekten ifade edilemez bir his.. Bu canlı için kıştan önlem almak gerekiyormuş oysaki, bahçenin belli bölümlerinde açılan çukurlara kışın başında danaburnunun çok sevdiği taze hayvan gübresi atıp kapatmak onları kış boyunca buraya topluyor, baharda da çukuru açıp temizleyince kurtulmuş oluyorsun.. biz uygulama için geç kalmıştık.. şimdilik içeriği zararsız bulaşık deterjanını suyla karıştırıp toprağa sıktık ve ardından toprak altındaki açtığı tüneller olan galerileri bozulsun diye bol bol göllenmeli sulama yaptık.. Bir nevi önünü aldık..
Son olarak fasülye, salatalık ve kavunları da yaprak bitleri ele geçirmişti.. Bunda da çareyi bulaşık deterjanı ve zeytinyağı karıştırılmış suyu üzerlerine püskürterek bulduk.. yaprak bitleri trake solunumu yaptığından üzeri yağla kaplanması gerekiyor.. neredeyse gitti dediğimiz fasülyelerin tekrar çiçek açtığını görmek acayip bişey..
Bir mahsülü elde etmek hiç kolay değil, hele hele doğal yollardan..
Hep aynı yaklaşım, yıllardır bu işi yapan insanlara ne yapabilirim diye sorduğumda söyledikleri tek şeyin ilaç ismi olması gerçekten çok acı.. Daha da acısı "nolcak ya, at sen onu, başka türlü kurtulamazsın,hem onun bitkiye bi zararı yok" cahilliği.. İlaçlı 10 kilo domatesim olacağına doğal 1 kilo domatesim olsun kafasında oldum hep..
Demekki neymiş ilaçsız da olabiliyormuş..
Bunlar da ilk mahsüllerimiz:

Patates:


Fıstık:

Nohut:

Domates:

Salatalık:

Kavun:

Fasülye:

Biber:


Bunlar da birkaç gün diktiğimiz 2. parti fasülyeler:

Çiçek açan karpuzlar:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...